Marsilyaya dönmeden önce nedense bu yorgun duvar saatini yanina almisti. Dietrich Bergerin yasamina özendigi günlerde Nietzschenin bitmez, tükenmez ve israrci mektuplarina cevap yazarken saatin sarkisini dinliyordu. Saatin gizi, agir aksak ilerleyen bir sarkinin derisinin altinda gizlenmis ölümün kendisinden baska bir sey degildi. Bir aksam kitabinin basinda uyuklarken bunu cözmüstü. Her bir tik ve tak, ölümün kendisine yaklastiginin ayak sesleriydi Süpheli rüzgarlarin, karanlikta yükselen sarkilarin, cebinde siirle gezen adamlarin, sagi solu bicak gibi kesen sarkaclarin, ugursuz gecelerin ve herkesin biraz Ogilvy oldugu zamanlarin öyküleriyle karsi karsiyayiz. Lokman Baybars, Nietzschenin Saatinde, zamani degil de yasami gittikce tuhaflasan, gizemli bir Yunan bahcesinde gezinen, kendi soyundan gelen irkdaslarini simdinin anlamsizligina hapseden, agir aksak konusan bir filozofun konusmalarini saymak icin var olan ve bir oldu bittiyle elinden cikardigi saatlere nefretle bakanlarin yabansi öykülerini ustalikla anlatiyor. Yasami, geriye karanlik bir oyun olarak kalan ve burada calan saatin sarkisini dinlemek isteyen okurlar icin Nietzschenin Saati, bambaska bir dünya.