Kardan daha beyaz elbisesi, siyah sarigi ve bileginden bagli sandal seklinde ayakkabilari ile sonsuz bir temizlik, sadelik ve tevazu... Edeb, haya, merhamet... Tevazu, tevekkül, kanaat... Sadakat, emanet, istikamet... Nezaket, letafet ve asalet... Sag elinde mühürlü bir yüzük... Inciden beyaz disler, sürmeli kara gözler. Yüzünde essiz bir tebessümle Suphiye bakiyordu. Suphi karsisinda oturan bu insanüstü güzellige sahip kisinin kim oldugunu icsel olarak bildi.
Sen...sen... diye kekeledi. Sen Osun...
Benim ümmetim beni sever, dedi O. Sen de beni seviyor musun ey Suphi
Suphi titriyordu. Cenesi birbirine vururken Ona cevap vermeye calisti.
Evet tabi, ben de seni seviyorum Efendim dedi kekeleyerek.
Tanimadan bir kimseyi sevemezsin ki, dedi O. Sen beni ne kadar taniyorsun ki seveceksin
Suphi sustu...
Tasi öpünce Nebi, bir tas bile dile geliyorsa tasin gördügünü görmeyen, tas kadar sevmeyi bilmeyen insana ne yazik
Bir bosluk var insanin kalbinde, o bosluk ta yaratilista hakikat icin ayrilmis, kasten bos birakilmis. Öyle ki insan, icindeki bu hakikat boslugunun acisini hissetsin de hakikati bulmak icin cabalasin, gayret etsin diye. Ama hakikat akil isi degil Hakikat, öyle yüksek bir irtifada ki, aklin o yükseklikte ucabilmesi mümkün degil
Öyleyse akli birak, kalbe tabi ol.
Cünkü hakikat senin icinde...